Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2020/5053 Esas,2021/3106 Karar
MAHKEMESİ :TÜKETİCİ MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Yargıtay Kararı
Davacının vasisi; babası davacı …’un Aliağa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/366 Esas 2009/382 Karar sayılı davasında alnınan Adli Tıp Raporu ile idrak ve karar mekanizmalarının normal çalışmadığının tespit edildiğini, sonrasında aynı gerekçe ile Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2008/592 Esas 2009/90 Karar sayılı kararı ile kısıtlanarak kendisinin vasi olarak atandığını, dava dışı üçüncü kişilerin kısıtlıyı kandırarak davalı banka ile usulsüz şekilde iki kredi sözleşmesi akdedilmesini sağladıklarını, kısıtlının bu kredi sözleşmelerinden birini kefil diğerini asıl borçlu sıfatı ile imzaladığını, davalı bankanın borcun ödenmemesi sebebiyle kredi sözleşmelerine dayanarak icra takibi başlattığını, kredi sözleşmelerinin geçersiz olduğunu ileri sürerek, 04.07.2007 ve 18.06.2007 tarihli bireysel kredi sözleşmelerinin iptali ile, Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/2786 ve 2008/1885 Esas sayılı dosyalarında davacının borçlu olmadığının tespiti ile davalı aleyhine alacağın %40’ı oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı; davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne, taraflar arasında yapılan 18/06/2007 ve 04/07/2007 tarihli sözleşmelerin iptaline, davacının bu sözleşmelerden dolayı Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/2786 ve 2008/1885 Esas sayılı dosyaları itibariyle davalıya borçlu olmadığının tespitine, kötüniyet tazminat takdirine yer olmadığına, karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Davalının, dava konusu 18.06.2007 ve 04.07.2007 tarihli kredi sözleşmelerinin iptali ile davacının 18.06.2007 tarihli kredi sözleşmesine dayanılarak başlatılan Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/2786 Esas sayılı dosyası kapsamında borçlu olmadığının tespitine yönelik talebine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Davacının vasisi, eldeki dava ile dava dışı üçüncü kişilerin yönlendirmesi ile kısıtlının davalı banka ile biri asıl borçlu, diğeri kefil sıfatı ile olacak şekilde iki bireysel kredi sözleşmesi imzaladığını, sözleşmelerin yapıldığı tarihte davacının ayırt etme gücünün bulunmadığını ileri sürerek, 18.06.2007 ve 04.07.2006 tarihli kredi sözleşmelerinin iptali ile bu sözleşmelere dayanılarak başlatılan icra takipleri yönünden davacının borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiş; Mahkemece, dosyada bulunan Adli Tıp Kurumu raporu dikkate alındığında, kısıtlının sözleşme tarihinde fiil ehliyetine haiz olmadığı, bu nedenle davacının davalı banka ile yapılan sözleşmeler itibariyle başlatılan icra takibinden kaynaklı sorumluluğunun bulunmadığı, davalı bankanın kredi kullandırırken istihbarat görevini ihmal ederek kredi kullananın kısıtlılık ve icrai işleme tabi olup olmadığının araştırmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne, taraflar arasında yapılan 18.06.2007 ve 04.07.2007 tarihli sözleşmelerin iptaline, davacının Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/2786 ve 2008/1885 Esas sayılı dosyaları itibariyle davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir. Uyuşmazlık, davacı kısıtlının hacir altına alındıktan sonra davalı bankayla yaptığı sözleşme uyarınca almış olduğu tüketici kredisi nedeni ile sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 15. maddesine göre kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Görüldüğü gibi kural olarak tam ehliyetsizlerin hukuki işlemleri hükümsüzdür. Ancak bu kuralın istisnaları bulunmaktadır. Bunlardan biri TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılmaması ilkesidir. Buna göre “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Buna göre TMK’nın 2. maddesi çerçevesinde 15. maddenin değerlendirilmesine geçmeden önce aynı yasanın 1/1. maddesi uyarınca anılan hükmün getirilmesindeki asıl gayenin ne olduğunun açıklanmasında fayda görülmektedir. Kanun tam ehliyetsizlerin yaptıkları hukuki işlemleri batıl sayarken bu gibi kimseleri korumak, kendi menfaatlerine aykırı işlemleri yapmak, üçüncü kişilerce sömürülmelerine engel olmak amacını gütmüştür. Bu tehlikenin ortadan kalktığı, normal zekalı bir insanla eşdeğer tarzda hareket ettiği durumlarda, hukuki muamelenin hükümsüzlüğünü ileri sürmek hakkın kötüye kullanılması olacaktır ki, kanun bunu himaye etmez. 09.03.1955 gün 22/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği gibi mümeyyiz olmayan kimse temyiz kudretini haiz olsa idi aynı surette hareket edecek, yani normal zekalı bir insan dahi aynı tarzda muamelede bulunabilecek idi ise, ehliyetsiz olduğundan bahisle muamelenin hükümsüzlüğünü ileri sürememelidir.
Somut olayda davacının sözleşmenin imzalandığı tarihte fiil ehliyetine sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Buna karşın ülkemizde tam ehliyetli kişilerin dahi her zaman yararlanma olanağı bulamadıkları banka kredisinden yararlanmış, aldığı tüketici kredisini kullanmak suretiyle bir menfaat elde etmiştir. Bankanın ödeme talebine kadar tam ehliyetli biri gibi hareket edebilen davacının borcun ifası istendiğinde ehliyetsizliğini ileri sürerek ifadan kaçınması hakkın kötüye kullanılmasının tipik bir örneğidir.
Tam ehliyetsizlere ilişkin TMK’nın 15. maddesi hükmüne getirilen ikinci sınırlama TBK’nın 54. maddesi hükmüdür. Belirtilen yasa hükmüne göre “Hakkaniyet iktiza ediyorsa hakim, temyiz kudretini haiz olmayan kimseyi ika ettiği zararın tamamen yahut kısmen tazminine mahkum eder.” TBK’nın 98/2. maddesi yollamasıyla akte aykırılık hallerinde de uygulaması mümkün olan TBK’nın 54/1. maddesi uyarınca hakkaniyet elverdiği takdirde tam ehliyetsiz olan kişi, diğer tarafın batıl hukuki işleminin hüküm ifade ettiğine güveni nedeni ile doğan zarardan sorumludur. Öte yandan TMK’nın 452/2. maddesinde; “vesayet altındaki kişinin fiil ehliyetini haiz olduğu hususunda diğer tarafı yanıltmış olması halinde onun bu yüzden uğradığı zarardan sorumlu olacağı” öngörülmüştür. Buna göre kendisini ehil bir kişi gibi gösterip hukuki işlem yapan ve bu suretle karşı tarafı zarara uğratan ehliyetsiz kişinin bu zarardan sorumlu olacağının kabulü gerekir. Bütün bu açıklamalar yanında TBK’nın 77-82. maddelerinde düzenlenen sebepsiz iktisap hükümlerine göre hacir altındaki kişinin karşı tarafın aleyhine olacak şekilde kendi mal varlığında meydana gelen sebepsiz zenginleşme oranında sorumlu olacağı kuşkusuzdur. Zira sebepsiz zenginleşme hükümleri gözetildiğinde, zenginleşenin iade borcunun doğması bakımından fiil ehliyetinden yoksun olmak sonuca etkili değildir. Buna göre somut olayda, Mahkemece yukarıdaki açıklamalarla birlikte tüm deliller birlikte değerlendirilerek, davacının asıl borçlu sıfatı ile davalı bankadan kullandığı 18.06.2007 tarihli bireysel kredi sözleşmesinin iptali ile bu sözleşmeye dayanılarak başlatılan icra takibi yönünden davacının borçlu olmadığının tespiti talebinin yanı sıra davacının kefil sıfatı ile imzaladığı 04.07.2007 tarihli kredi sözleşmesinin iptali yönünden talebine ilişkin uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2- Davalının; davacının dava konusu 04.07.2007 tarihli kredi sözleşmesine dayanılarak başlatılan Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyası kapsamında borçlu olmadığının tespitine yönelik talebine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Dosya kapsamından davacı kısıtlının davalı banka ile yapılan 04.07.2007 tarihli bireysel kredi sözleşmesini kefil sıfatı ile imzaladığı, davalı bankanın da bu kredi sözleşmesi kapsamında Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyası üzerinden dava dışı asıl borçlu ve davacı aleyhine ilamsız icra takibi başlattığı anlaşılmaktadır. Dava ve sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasanın 10. maddesinin 3. fıkrası “Tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez.” düzenlemesini getiüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez.” düzenlemesini getirmiştir. Yasanın bu hükmü emredici nitelikte olup adi yada müteselsil kefil ayrımı yapılmamıştır. Emredici hükümlerin mahkemece resen dikkate alınması zorunludur. Bu yasal düzenleme doğrultusunda alacaklı, asıl borçlu aleyhine icra takibi yapıp, takip semeresiz kalmadıkça kefillerden borcun ifasını isteyemez. Buna göre, somut olayda davalı bankanın önce asıl borçluya başvurduğu ve asıl borçlu aleyhine başlatılan takibin semeresiz kaldığı, bunun üzerine davacı kefil hakkında takip başlatıldığı ispatlanamadığı dikkate alındığında davalı bankanın davacı kefilden alacağını talep etme hakkı henüz doğmamıştır.
O halde mahkemece; davalı bankanın davacının kefil olduğu 04.07.2007 tarihli kredi sözleşmesine dayanarak başlattığı Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyası yönünden, davalı bankanın davacı kefile karşı takip başlatmadan önce asıl borçluya karşı takip başlattığı ve bu takibin semeresiz kaldığını ispatlayamadığı gerekçesiyle davacının Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi gerekirken, davacının davalı banka ile yapılan sözleşmeler itibariyle fiil ehliyetine haiz olmayan kısıtlının icra takibinden kaynaklı sorumluluğunun olmayacağı yönündeki yanılgılı gerekçe ile, davacının Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi doğru görülmemiştir. Ancak sonucu itibariyle karar doğru olduğundan, davacının Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyası yönünden borçlu olmadığının tespitine ilişkin talebiyle sınırlı olarak hükmün, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 436/son maddesi uyarınca gerekçesinin düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacının Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2008/1885 Esas sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespiti yönünden talebine ilişkin hüküm gerekçesi değiştirilerek ve düzeltilerek, hükmün değiştirilen gerekçe ve düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25/03/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.