Türk Borçlar Kanunu’nun 611. maddesinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. Bakım borçlusu, bakım alacaklısı tarafından mirasçı atanmışsa, ölünceye kadar bakma sözleşmesine miras sözleşmesine ilişkin hükümler uygulanır.
Bu tanımdan anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesi, taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Taraflardan her birinin üstlendiği edim, diğer tarafın üstlendiği edimin sebep ve karşılığını oluşturduğundan bu sözleşmeler tam iki tarafa borç yükleyen ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da almış olduğu malın değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etme yükümlülüğünü üstlenmektedir. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, mirasçı atanmasını içermese bile, miras sözleşmesi şeklinde yapılmadıkça geçerli olmaz. Sözleşme, Devletçe tanınmış bir bakım kurumu tarafından yetkili makamların belirlediği koşullara uyularak yapılmışsa, geçerliliği için yazılı şekil yeterlidir.
Borçlar Kanunu'nun 611. ve devamı maddelerinden alan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri, anılan Kanunun 612. ve Türk Medeni Kanununun 545. maddesi gereğince resmi şekilde düzenlenmelidir.
Türk Medeni Kanunu Madde 545 "Miras sözleşmesinin geçerli olması için resmî vasiyetname şeklinde düzenlenmesi gerekir. Sözleşmenin tarafları, arzularını resmî memura aynı zamanda bildirirler ve düzenlenen sözleşmeyi memurun ve iki tanığın önünde imzalarlar."
Resmi şekilde düzenlenmeyen ölünceye kadar bakım sözleşmelerine değer verilerek tapu iptali ve tescil hükmü kurulması mümkün değildir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06/02/2008 tarihli ve 2008/14- 70 Esas, 2008/104 sayılı Kararı).
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde, sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunu değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse, bu takdirde akdin ivazlı olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Bakım borçlusunun bakıp gözetme yükümlülüğü aksi kararlaştırılmadığı sürece, bakım alacaklısını ailesi içerisine alıp ikametgâh temini, besleme-giydirme, hastalığında tedavi, manevi yönden de her türlü yardım ve desteği sağlama gibi ödevleri kapsar. Bu görevlerin yerine getirilmesi halinde ölünceye kadar bakım sözleşmeleri taraflarına kişisel hak sağladığı için tapu iptali ve tescil davasını bakım borçlusu ya da onun külli halefleri bakım alacaklısının mirasçılarına karşı açabilirler. Kuşkusuz, ölünceye kadar bakım sözleşmesinin muvazaalı olarak yapıldığı her zaman ileri sürülebilir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, muvazaa irade ile beyan arasında kasten yaratılmış aykırılıktır. Böyle bir savunma ileri sürülmüşse, mahkemece dayanılan sözleşmedeki tarafların gerçek ve müşterek amaçlarının Türk Borçlar Kanununun 19. maddesi hükmünden yararlanarak açıklığa kavuşturulması gerekir. Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun l.4.l974 gün ve l/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda uygulama yeri bulur.
Muris muvazaasında miras bırakan, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte bağışladığı taşınmazını, görünüşteki sözleşmede satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmektedir Bu noktada; görünürdeki ölünceye kadar bakım sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtilmelidir ki; burada bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Mirasbırakanın gerçek arzusunun kendisine malvarlığını sözleşme yaptığı kişilere bağışlamak ve mirasçılardan mal kaçırmak olduğu hallerde muvazaa sebebiyle görünüşteki ölünceye kadar bakma sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uygun olmadığından bahisle geçersiz olacaktır. Gerçek arzunun bağışlama sözleşmesi olduğu hallerde ise ölünceye kadar bakma sözleşmesi tapulu taşınmazlar bakımından şekil koşullarını taşımadığı için geçersiz sayılacaktır. Mirasbırakanın akdetmiş olduğu ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muvazaalı olup olmadığının tespiti için mirasbırakanın; sözleşme tarihindeki yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde mirasçıların saklı payları ile ilgili pek çok yargıtay kararı bulunmaktadır. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de TMK'nın 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras ... çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. 3. TBK'nın 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir (BK m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer (TBK m. 614 (BK) m. 514)). Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Bakım alacaklısı ölünceye kadar kendisine bakılacak kişiyi, bakım borçlusu ise bakmakla yükümlü olan kişiyi temsil etmektedir. Türk Medeni Kanunu'nun 545. maddesine göre – Miras sözleşmesinin geçerli olması için resmi vasiyetname şeklinde düzenlenmesi gerekir. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi resmi şekle tabidir. Ölünceye kadar bakma akdi, resmi vasiyet şeklinde resmi memur önünde düzenlenmesi gerekir Bu nedenle ölünceye kadar bakma sözleşmesi, sulh hakimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli (konsolosluk görevlisi) tarafından düzenlenmesi gerekir. Sözleşmenin düzenlenmesi esnasında iki tanığın da hazır bulunmalıdır. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, genellikle noterler tarafından resmi şekilde düzenlenmektedir. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi nedeniyle tapu iptal ve tescil davası, bakım borçlusu tarafından ölenin mirasçılarına karşı açılmaktadır. Ölünceye kadar bakım sözleşmesi bulunmakta ise taşınmazın bakım borçlusu kişi adına tescil edilmesini amaçlamaktadır.
Bakım borçlusuna bir taşınmazını devretmiş olan bakım alacaklısı, haklarını güvence altına almak üzere, bu taşınmaz üzerinde satıcı gibi yasal ipotek hakkına sahiptir.
Bakım alacaklısı, sözleşmenin kurulmasıyla bakım borçlusunun aile topluluğuna katılmış olur. Bakım borçlusu, almış olduğu malların değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etmekle yükümlüdür. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır. Kabul ettikleri kişilere ölünceye kadar bakma amacıyla kurulmuş olan kurumların bakım borcunun kapsamı ve ifası, kendilerince hazırlanarak yetkili makamların onayından geçen genel düzenlemelerle belirlenir. Bu düzenlemeler, sözleşmenin içeriğinden sayılır.
Bakım alacaklısı, ölünceye kadar bakma sözleşmesi yüzünden kanuna göre nafaka yükümlüsü olduğu kişilere karşı yükümlülüğünü yerine getirme imkânını kaybediyorsa, bundan yoksun kalanlar sözleşmenin iptalini isteyebilirler. Hâkim, sözleşmenin iptali yerine, bakım borçlusunun ifa edeceği edimlerden mahsup edilmek üzere, bakım alacaklısının nafaka yükümlüsü olduğu kişilere nafaka ödemesine karar verebilir. Mirasçıların tenkis ve alacaklıların iptal davası açma hakları saklıdır.
Bakım alacaklısının, yaptığı ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile malvarlığının bir kısmını veya tamamını bakım borçlusuna devrederek, alacaklılarının haklarını ihlâl etmesi halinde alacaklılara iptal davası açma hakkı tanımıştır.
Kanun koyucu, kanuni mirasçıların bazılarına, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan, dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. İşte, tanınan bu hakka saklı pay, bu hakkın tanındığı kimselere de saklı paylı mirasçı denilmektedir. Saklı paylı mirasçının hakkı, miras bırakanın iradesinden bağımsız olarak güçlendirilmiş olup, miras bırakanın bu hak üzerinde tasarrufta bulunması yasaklanmıştır. Miras bırakan ancak saklı pay dışında kalan kısımda istediği şekilde tasarruf etme imkânına sahip olur. TMK’nın 560. maddesine göre; “Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, miras bırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler. Tenkis davası geçerli sözleşmeler hakkında saklı paylı mirasçılar tarafından açılır” şeklinde belirlenmiştir.
Tenkis davasının, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinden itibaren on yıl içerisinde açılması gerekmektedir.
Tarafların edimleri arasında önemli ölçüde oransızlık bulunur ve fazla alan taraf kendisine bağışta bulunulma amacı güdüldüğünü ispat edemezse diğer taraf, altı ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, sözleşmeyi her zaman feshedebilir. Bu oransızlığın tespitinde, ilgili sosyal güvenlik kurumunca, bakım borçlusuna verilenin değerine denk düşen anapara değeri ile bağlanacak irat arasındaki fark esas alınır. Sözleşmenin sona erdirilmesi anına kadar geçen sürede ifa edilmiş edimler, anapara ve faiziyle birlikte değerlendirilerek, denkleştirme sonucunda alacaklı çıkan tarafa geri verilir.
Sözleşmeden doğan borçlara aykırı davranılması sebebiyle sözleşmenin devamı çekilmez hâle gelir veya başkaca önemli sebepler sözleşmenin devamını imkânsız hâle getirir ya da aşırı ölçüde güçleştirirse, taraflardan her biri sözleşmeyi önel (süre) vermeksizin feshedebilir. Sözleşme bu sebeplerden birine dayanılarak feshedildiği takdirde kusurlu taraf, aldığı şeyi geri verir ve kusursuz tarafa, bu yüzden uğradığı zarara karşılık uygun bir tazminat ödemekle yükümlü olur. Hâkim, sözleşmenin önel verilmeksizin feshini yerinde bulabileceği gibi, taraflardan birinin istemiyle veya kendiliğinden, aile topluluğu içinde yaşamalarına son vererek, bakım alacaklısına ömür boyu gelir bağlayabilir
Bakım borçlusu, ölünceye kadar bakma sözleşmesinde, bakma taahhütü veren kimsedir. Bakım borçlusu ölürse bakım alacaklısı, bir yıl içinde sözleşmenin feshini isteyebilir. Bu durumda bakım alacaklısı, bakım borçlusunun iflası hâlinde, iflas masasından isteyebileceği miktara eşit bir paranın kendisine ödenmesini, bakım borçlusunun mirasçılarından isteyebilir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/237 Esas, 2021/5181 Karar ve 06/10/2021 Tarihli Kararı
Somut olaya gelince; mirasbırakanın, davacılar ile arasında herhangi bir husumetinin bulunmadığı, ilk eşi olan davalıyı ve ondan olan yaşı küçük çocuklarını koruma amacıyla davaya konu taşınmazını temlik ettiği, başkaca mallarının da olduğu, mal kaçırma kastının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, her ne kadar resmi akitte gösterilen bedel akit tarihindeki gerçek bedelden düşük ise de, salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı açıktır. Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/485 Esas, 2021/1188 Karar ve 07.10.2021 Tarihli Kararı
Somut olaya bakıldığında;1928 doğumlu olan mirasbırakan Nuriye Yalçın 28.10.2011 tarihinde vefat etmiş olup, sağlığında 06.08.2009 tarihli vekâletname ile dava dışı gelini Hatice Yalçın’ı vekil tayin etmiş, adı geçen vekil de çekişme konusu taşınmazlarda murise ait bulunan 2/8 payları 02.09.2009 tarihli satış işlemiyle eşi davalı ...’a devretmiştir.
Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarına göre, eşini erken yaşta kaybeden murisin geride altı çocuğuyla kaldığı, bunun üzerine en büyük çocuğu olan davalı oğluyla birlikte yaşamaya başladığı, davalının desteği ile diğer çocuklarını büyütüp evlendirdiği, öldüğü tarihe kadar davalı oğlunun evinde yaşayan murisin her türlü bakım ve ihtiyacını davalının sağladığı, hastalığı nedeniyle uzun yıllar boyunca hastaneye götürüp getirdiği, tedavi ve ilaç giderlerini karşıladığı, ölmeden önceki son aylarında yatağa bağımlı duruma gelen murisin bu dönemdeki bakımının da yine davalı ve eşi tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
Olayların anlatılan bu gelişimi karşısında, murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de uzun yıllar boyunca evinde yaşadığı davalı oğlunun kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu ve yine ileride de bakacağı düşüncesiyle temlikte bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, murisin son zamanlarında yatağa bağımlı olduğu bakıma daha çok ihtiyaç duyduğu dönemi de temlik tarihinden sonra yaşadığı ve bu dönemde kendisine yine davalı ile eşinin baktığı dosya kapsamı ile sabittir.
Yukarıda açıklandığı üzere murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmadığı gibi, Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K.; 23.05.2019 tarihli ve 2017/1- 1263 E., 2019/603 K.; 23.01.2020 tarihli ve 2017/1-1247 E., 2020/47 K.; 11.02.2021 tarihli ve 2017/1-1229 E., 2021/72 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere satışa konu bir malın bedelinin mutlaka para olması şart olmayıp, belirli bir hizmet, bakım veya emek de semen olarak kabul edilebilir ve böyle bir durumda temlik ivazlı sayılır. Evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de ana babanın normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu, yani görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Davalının cevap dilekçesi bir bütün olarak ele alındığında bakım savunmasında bulunduğu açık olup, uzun yıllara dayanan bakım ve hizmetin normal bir bakım olarak kabul edilemeyeceği, annesine özel bir bakım ve destek sağladığı gibi taşınmaz paylarının temlik tarihi itibariyle gerçek değerleri de yapılan bakımla orantılıdır. Böyle olunca somut olayda hizmetin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir. 35. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, mirasbırakan Nuriye Yalçın’ın tek malvarlığı olan dava konusu taşınmazlardaki paylarını birlikte yaşadığı oğluna satmasını gerektirir haklı bir nedenin bulunmadığı, duruşma sırasında taşınmazı satın aldığını beyan eden davalının satış bedeli ödediğini kanıtlayamadığı, esasında cevap dilekçesindeki savunma içeriğine göre bir satış bedeli de ödemediği, tüm bunlar karşısında murisin birlikte yaşadığı oğlunu diğer mirasçılarından üstün tutarak mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlikte bulunduğunun anlaşıldığı, buna göre yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmesinin isabetli olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hukuk Genel Kurulu 2018/533 E. , 2021/1189 K. ve 07.10.2021 Tarihli Kararı
Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle bu tür uyuşmazlıkların çözümünde bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle mirasbırakanın gerçek irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. 19. Somut olaya gelindiğinde, mirasbırakan... 1938 doğumlu olup, 14.06.2011 tarihinde vefat etmiştir. Geride sağ eşi ... ile kendisinden önce vefat eden oğlu ...’in çocukları ve davacı oğlu ile davalı kızı mirasçı olarak kalmıştır. Mirasbırakan mesken niteliğindeki dava konusu taşınmazını 12.05.2010 tarihinde ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalı kızına devretmiş, davacı oğlu tarafından gerçek amacın bağış olduğu, mirastan mal kaçırma amacıyla, muvazaalı olarak temlikin yapıldığı ileri sürülerek eldeki dava açılmıştır. 20. Ancak dosyadaki deliller incelendiğinde,
Çorum’da ikamet eden mirasbırakanın ölmeden önceki son yedi yılını kanser hastası olarak geçirdiği, Ankara’ya gelip gitmek suretiyle tedavi gördüğü, bu sırada Ankara’da oturan davalı kızının kendisi ile ilgilendiği, zaman zaman Çorum’a da gidip gelerek hem hastanede hem de evde kalarak babasına baktığı, bu sırada kalp ameliyatı olan annesine de bakıp ilgilendiği anlaşılmakta olup, mirasbırakan tarafından kızının sağladığı bu bakım ve ileride de kendisine bakıp gözetmesi amacıyla dava konusu taşınmazın devredildiği açıktır. Nitekim ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapıldıktan sonra davalı Çorum’a babasının yanına taşınmış, yaşlı ve hasta olan murise ölümüne kadar bakarak sözleşmeyle üstlendiği edimini ifa etmiştir.
Maddi durumu iyi olan murisin dava konusu taşınmaz dışında Ankara ve Çorum’da konut niteliğinde dört ayrı bağımsız bölüm ile 300 dönüm kadar arazi sahibi olduğu dosya kapsamından anlaşılmakta olup, mal kaçırma amacı taşıması hâlinde murisin başka taşınmazlarını da devredebilecekken bunu yapmadığı da açıktır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bir bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da bu sözleşmede tarafların hak ve borçları bakım alacaklısının ömrüyle sınırlı olduğundan bakım alacaklısının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş olması da sözleşmenin geçerliliğine etkili değildir.
Tüm bu olgular karşısında, murisin taşınmazını sadece bir görünüş yaratmak için değil de samimi olarak bakım temini için ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle devrettiği, diğer mirasçılarından mal kaçırma amacını taşımadığı, bakım borçlusu olan davalının da babasına bakarak karşı edimini ifa ettiği anlaşılmakta olup, gerçek bakım karşılığı yapılan sözleşmenin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olduğundan söz edilemez.
O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/355 E. , 2021/1867 K. 13/10/2021 Tarihli Kararı
Ölünceye kadar bakım sözleşmeleri taraflara hak ve borçlar yükleyen sözleşmelerden olup, bakım borcuna karşılık bir taşınmazın devri kararlaştırıldığında, bakım alacaklısının ölümünden sonra onun mirasçıları mülkiyeti geçirme borcu ile yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde, sözleşmeye dayanılarak tapu iptali ve tescil istemi ile dava açılabilir. Kaynağını Borçlar Kanununun 511. ve devamı maddelerinden alan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri, anılan Kanunun 512. ve Türk Medeni Kanununun 545. maddesi gereğince resmi şekilde düzenlenmelidir. Resmi şekilde düzenlenmeyen ölünceye kadar bakım sözleşmelerine değer verilerek tapu iptali ve tescil hükmü kurulması mümkün değildir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06/02/2008 tarihli ve 2008/14- 70 Esas, 2008/104 sayılı Kararı) Bakım borçlusunun bakıp gözetme yükümlülüğü aksi kararlaştırılmadığı sürece, bakım alacaklısını ailesi içerisine alıp ikametgah temini, besleme, giydirme, hastalığında tedavi, manevi yönden de her türlü yardım ve desteği sağlama gibi ödevleri kapsar. Bu görevlerin yerine getirilmesi halinde ölünceye kadar bakım sözleşmeleri taraflarına kişisel hak sağladığı için tapu iptali ve tescil davasını bakım borçlusu ya da onun külli halefleri bakım alacaklısının mirasçılarına karşı açabilirler. Açılan davada bakım alacaklısı mirasçılarının, bakım borçlusunun edimini yerine getiremediği savunması, sözleşmenin bakım borcu yerine getirilmediği iddiasıyla feshini istemi hakkı bakım alacaklısının sağlandığında kullanması gereken bir hak olduğundan dinlenmez. Diğer yandan, ölünceye kadar bakım sözleşmesinin muvazaalı olarak yapıldığı her zaman ileri sürülebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, muvazaa irade ile beyan arasında kasten yaratılmış aykırılıktır. Böyle bir savunma iler sürülmüşse, mahkemece dayanılan sözleşmedeki tarafların gerçek ve müşterek amaçlarının Borçlar Kanununun 19. maddesi hükmünden yararlanarak açıklığa kavuşturulması gerekir. Zira bu gibi durumlarda ölünceye kadar bakım sözleşmesinin ivazlı olarak (bedel karşılığı) değil de, bağış amaçlı veya mirasçıların bazılarından mal kaçırmak amacı ile yapıldığı kabul edilmelidir. O halde mahkemece yapılması gereken iş, tarafların gerçek iradelerinin açıklığa kavuşturulması bakımından yönteme uygun inceleme ve araştırma yapmak, oluşacak sonuç doğrultusunda bir hüküm kurmak olmalıdır. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; mahkemece yapılan araştırma yeterli değildir. Tarafların gösterdiği tanıklar dinlenmişse de, karşı davada davalıların mal kaçırma amacı ile sözleşmenin yapıldığına dair husus sorulmamış, sözleşme kapsamında devri taahhüt edilen taşınmazların değeri ile bakım alacaklısının tüm malvarlığına oranı keşif yapılmak suretiyle tespit edilmemiştir. Mahkemece yapılması gereken iş, tanıkları yeniden dinleyerek murisin sözleşmeyi akdederken diğer mirasçılarından mal kaçırma amacı ile hareket edip etmediğini belirleyip sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Bu nedenlerle hükmün bozulması gerekmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/237 E. , 2021/5181 K. ve 06/10/2021 Tarihli Kararı
Öte yandan, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat külfeti 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile Türk Medeni Kanunun'un (TMK) 6. maddesi gereği davacı tarafa aittir. Somut olaya gelince; mirasbırakanın, davacılar ile arasında herhangi bir husumetinin bulunmadığı, ilk eşi olan davalıyı ve ondan olan yaşı küçük çocuklarını koruma amacıyla davaya konu taşınmazını temlik ettiği, başkaca mallarının da olduğu, mal kaçırma kastının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, her ne kadar resmi akitte gösterilen bedel akit tarihindeki gerçek bedelden düşük ise de, salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı açıktır. Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.