Taraflar, evlenmek için yöresel gelenekleri yerine getirmekte ve hatta düğün ile evlenmekte fakat resmi nikah yapmamaktadırlar. Bu halde tarafların medeni hali de bekar olarak kalmaktadır. Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; resmi nikah yapılacağı inancı ile tarafların karı koca hayatı yaşaması, bu kişilerin ayrılması halinde toplum içinde dul olarak etiketlenmesi ve yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabilmesi durumunu doğurmaktadır. Bu sebeple genellikle kadınlar elem ve üzüntü duymaktadır. Duyulan bu elem ve üzüntü karşısında manevi olarak zarara uğrayan tarafın, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminata hükmedilmektedir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ve 2016/170 Esas, 2016/7430 Karar ve 06.06.2016 tarihli ilamı
“1-) Dava, ziynet eşyalarının iadesi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, davalı ile gayri resmi olarak evlendiklerini, düğün yaptıklarını, davalının kendisini evlenme vaadi ile kandırdığını, davalının başka bir bayanla yaşamaya başladığını, yaşananlar nedeni ile psikolojisinin bozulduğunu, ayrıca evden ayrılırken altınlarını ve çeyiz eşyalarını alamadığını belirterek ziynet ve çeyiz eşyasının iadesini ve uğramış olduğu manevi zararın tazminini istemiştir. Dosya içinde mevcut beyan ve belgelere göre, davacının davalı ile resmi nikah yapılmaksızın birlikte yaşadığı evden ayrılırken üzerinde bir takım ziynet eşyası olduğu ve bunların davalının ailesi tarafından alınmak istendiği, ancak almalarına izin vermediği ve davacının kolunda zorlama nedeni ile kızarıklıklar olduğu, ancak davacının evden çıkarken üzerinde bulunan ziynet eşyalarının miktarı ve cinsi konusunda kaç tane olduğuna yönelik beyan bulunmadığı gibi dava dilekçesinde davacının da düğünde takılan altınların hepsinin ne kadar olduğu ve evden çıkarken üzerinde ne kadar altını olduğu konusunda açıklama yapılmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, davacıya düğünde takılan altınlar ile davalıyla birlikte yaşadığı evden çıkarken üzerinde bulunan altınlar konusunda açıklama yaptırılarak ve tanıklara davacının davalı ile yaşadığı evden çıkarken üzerinde ne kadar altın olduğu hususlarının sorulup açıklattırılarak karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı gerekçe ile altınların iadesi taleplerinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. 2-) Davacının manevi tazminat isteminin reddine yönelik temyiz itirazlarına gelince; Tarafların evlenmek için yöresel gelenekleri yerine getirdikleri, düğün ile evlendikleri, sadece resmi nikahın yapılmadığı, davacının ve davalının kayden bekar olduğu anlaşılmaktadır. Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; resmi nikah yapılacağı inancı ile davacının davalı ile karı koca hayatı yaşaması, toplum içinde dul olarak etiketlenmesi yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı sosyal çevreyi paylaşan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek, daha hassas davranmasının, ondan beklenen ve olması gereken bir davranış modeli olduğu da unutulmamalıdır. Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminat hükmedilmesi gereklidir.”
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ve 2015/6000 Esas, 2016/5100 Karar ve 14.04.2016 tarihli ilamı
“Davacı, davalı ile 8.6.2009 tarihinde imam nikahı ile beraber yaşamaya başladıklarını, 23.6.2010 tarihinde bir çocuklarının dünyaya geldiğini, çocuğun davalı tarafından tanındığını, davalı ile uyumlu bir birliktelik yaşamadıklarını, Iğdır’daki düzenini bozup davalı ile evlenmek için İstanbul’a geldiğini, davalının resmi nikah yapma vaadiyle kandırdığını ve oyaladığını, her türlü baskı ve şiddet uyguladığını, evden kovduğunu, çocuğunu da alarak ablasının yanına gitmek zorunda kaldığını, kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir. Yerel mahkemece, davacının resmi nikah yapma vaadi ile kandırıldığı ve kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddialarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Dosya kapsamına göre, eşinin 15.3.2009 tarihinde ölümünden sonra davalının, yaşları küçük üç çocuğuyla yalnız kaldığı, babasının hastalığı sebebiyle memleketi olan Iğdır’a gittiğinde babasının tavsiyesi üzerine davacı ile evlenmeye karar verdiği, davalıyı ailesinden istediği, ailesinin de onay vermesiyle 8.6.2009 tarihinde Iğdır’da kına gecesi ve imam nikahı yapıldıktan sonra davalının davacıyı ikamet ettiği İstanbul iline götürdüğü, İstanbul’da davalı ve ailesi ile birlikte yaşamaya başladıkları, bu durumun yaklaşık iki yıl sürdüğü, 23.6.2010 tarihinde bir çocuklarının dünyaya geldiği, çocuğun davalı tarafından tanıma yolu ile nüfusa kaydının yapıldığı ancak bu süre içerisinde resmi nikahın yapılmadığı ve bunun sonucunda davacının davalının yanından ayrılarak ablasının evinde yaşamaya başladığı sabittir. Dosya içerisinde bulunan evraklara göre tarafların evlenmek için yöresel gelenekleri yerine getirdikleri, düğün ile evlendikleri, sadece resmi nikahın yapılmadığı, davacının ve davalının kayden bekar olduğu anlaşılmaktadır. Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; resmi nikah yapılacağı inancı ile davacının davalı ile iki yıl karı koca hayatı yaşaması, resmi nikah yapılacağı vaat edildiği için evlenecekleri inancına kapılan davacının, Iğdır ilinden İstanbul’a getirilmesine rağmen iki yıl boyunca resmi nikahın yapılmaması, çocuğuyla birlikte ablasının evinde yaşamak zorunda kalması, toplumda dul damgasını taşıması, davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı sosyal çevreyi paylaşan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek, daha hassas davranmasının, ondan beklenen ve olması gereken bir davranış modeli olduğu da unutulmamalıdır. Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminat hükmedilmesi gereklidir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, isteminin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”
Nitekim Yargıtay kararlarında da dini nikahlı olarak evli olanların ziynet eşyalarını alabileceği, maddi ve manevi tazminat haklarının tanzim edilmesi gerektiği ve hatta taraflardan birinin ölümü halinde, diğerinin gerektiği hallerde destekten yoksun kalma tazminatı isteyebileceği kabul edilmektedir.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/4811 Esas, 2015/12693 Karar 25.11.2015 tarihli ilamı
“Davacılar vekili, dava dışı M.A.’nın sürücüsü ve davalı şirketin işleteni olduğu kamyonet ile dava dışı F. Ö.’in sürücüsü ve işleteni olduğu motorsikletin çarpışması sonucunda meydana gelen kazada, motorsiklette yolcu olarak bulunan davacının imam nikahlı eşi D.Ö.’in vefat ettiğini, kazada davalı araç sürücüsünün kusurlu olduğunu, yolcu olan desteğin kusuru olmadığını, küçük G.’ın kazadan kısa bir süre sonra 20.06.2010 tarihinde doğduğunu ve babasız dünyaya geldiğini belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla; imam nikahlı eş H.ve kızı G. için ayrı ayrı 2.500,00’er TL destekten yoksun kalma tazminatı ile imam nikahlı eş H.için 25.000,00 TL ve küçük G. için 20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; yargılama sırasında davacı vekili maddi tazminat talebini imam nikahlı eş H.için 103.146,16 TL ve çocuk G. için 42.200,10 TL den toplam 145.346,26 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı vekili, imam nikahlı eşin maddi tazminat talep hakkı olmadığını, manevi tazminat taleplerinin fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, maddi tazminat talebinin kısmen kabulüyle davacı imam nikahlı eş Hülya için 80.000,00 TL, davacı küçük G. için 45.200,10 TL destekten yoksun kalma tazminatının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline; manevi tazminat talebinin kısmen kabulüyle davacı imam nikahlı eş H.için 15.000,00 TL ve küçük çocuk G. için 7.500,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; …
Herhangi bir hak kaybı yaşanmaması için Samsun'da açılacak davalar için Samsun Boşanma Avukatı ile görüşmeniz sizin faydanıza olacaktır.